Günler birbirini hızla kovaladıkça evdeki eşyalarda birbirinin peşi sıra ya eskimeye ya da özelliklerini yitirmeye başladılar. Bir kısmı da şehirlerarası yolculuğa dayanamadı, koyuverdi gitti kendini… Ütü masası ve çamaşır kurutmalık ta bu haftanın ikilisi oldular. Malum Denizli’ye yeni taşındık. Yol bilmiyor, iz bilmiyoruz. Ankara’dan gelirken yol üzerinde Koçtaş tabelasını görmüştüm. Her ne kadar Ankara’da birinci tercihin Bauhaus olsa da orada bulamadığım zaman soluğu Koçtaş’da alıyordum. Denizli’ye gelince sora sora Koçtaş’ı buldum. Neyse lafı fazla uzatmayalım. Hatırı sayılır ilk alışverişten sonra bahsi geçen ikiliyi almak için tekrar Koçtaş yollarına düştüm. Bir iki parça derken ikilide kampanya varmış. İkisini birbirine sıkıca bağlamışlar, fiyat 49.90 TL süper bence dedim ve yükledim alışveriş arabasının üstüne… Bir gün sonra evde bir parti çamaşır yıkandı, yeni çamaşır kurutmalığa asılmak üzere. Paketi açtık, ayak lastiklerini taktım. Tüm bunları yaparken ürünün oldukça hafif neredeyse 500 gram civarında olduğu dikkatimden kaçmadı. Demek ki, teknoloji gelişmiş eskiler gibi fazla kilolarından kurtulmuşlar diye sevindim. Alet balkonda, üstünde fazla ağır olmayan bir ki atlet, tişört, şort vs. Hafif bir esinti var bugün Denizli’de. Küt diye bir ses… Balkona çıktım ne olduğunu anlamak için bizim kurutmalık yerde, iki seksen bir doksan… Tuttum ellerinden kaldırdım. Beş dakika sonra aynı ses… Bizim çamaşır kurutmalık yine yerde… Burası plaj değil, tatilde de değilsin, mesai saatleri arasında sere serpe yatmak yakışır mı dedim demesine hafif bir esinti, küt bizim ki üçüncü kez yerde. Hanım cinleri tepesine çıktı. Çamaşırlar yerde… Baştan tekrar yıkanacak… Baktım kurutmalığın ayakta duracak hali yok. Hastalıklı mıdır nedir. Hanıma dedim ki ben bunu aldığım yere geri götüreyim. Belki de bizi sevmemiştir dedim. Fişi aldım, ütü masasını ve çamaşır kurutmalığı aldım. Düştüm, Koçtaş yollarına… Durumu anlattım. Hatta kendisine bile fayda sağlamayan bu ürünü burada satmayın dedim. Sonra sattığınız tüm ürünlere bu gözle bakabileceğim bir önyargı oluşabilir dedim. Ürünleri iade aldılar ve üretici firmaya şikayetimi ileteceklerini söylediler. Kendilerine teşekkür ederim. Ankastre fırın yazımda da belirttiğim gibi bazı markalar zincir mağazaları kıramadıkları için mi yoksa asıl markalarını bile oturtamamış olmalarından mı ya da sırf para kazanma hırsından mı bilinmez özellikle zincir mağazalarda satılmak üzere kendisine bile faydası olmayan, sadece dış görünüm olarak ürünün aslına benzeyen ürünler üretmektedirler. Şimdi size soruyorum, bunlar Çin çakması değilse neyin çakması? Ben bir firma sahibi olsam, asla bu mantıkta bir ürün üretmem. Çünkü sağlam olmayan ve hizmet vermekten aciz olan o ürünün markası zihne kazınmıştır bir kere. Hatta benim gibi araştırmacı – tüketiciler ana üretici firmayı da bulurlar ve zihinlerine kazırlar. Ben burada üründen ziyade üreticinin üretim mantığına ve tüketiciye bakış açısına bakar ve değerlendirmeye alırım. Unutmayın, sizin satacak bir ürününüz var. Benim ise param ve tercihlerim. Üreticiler kendinize bir soru sorun. Neden ben de uluslar arası bir marka olamıyorum diye. Acaba bunun sebebi sadece yatırım maliyetlerinin kısıtlılığı mı yoksa markanıza ve tüketiciye bakış açınız mı? Not: Yazıda yayınlanan resim sadece semboliktir. İnternetten google arama motoru aracılığı ile alınmıştır.
0 Yorumlar